Sizden Gelenler
SİZDEN GELENLER
Yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı karacaoren40@gmail adresine gönderiniz...
Karacaörene Özlem
Biliyorum epeydir hüzünlüsün,
Bağrından çıkan evlatların gitti diye mi bu sessizligin,
Yoksa senede bir de olsa uğramıyorlar diye mi?
Oysa ne de güzeldi eski günlerin,
Dolup taşardı sokakların yolların,
Yazın harmanda kışın kahvede sabahlardı erkeklerin,
Köyün birinci geçim kaynağıydı buğday tarlaların,
Her mevsim aşık, çelik çomak oynardı çocukların,
Değirmencide beklerdi buğday öğütmek için reçberlerin,
Hayaliydi köy dolmusuna binip şehre inmek yavruların,
İnekleri sağar, meraya gönderirdi ve yol gözlerdi kadınların,
Çeşmelere helke ile kovayla su almaya giderdi genç kızların,
Kuyubaşlarında Çeşmelerde kül ile çitiyle yıkanırdı çamaşırların,
Her daim Köyün neşesydi bereketiydi delilerin,
Cami duvarında kahve önünde dertleşirdi yaşlıların,
Cevdet'in Musa'nın bakkalında alınırdı mis kokulu lokumların sucukların,
Harman yerinde her daim top oynardı gençlerin,
Seyfeye yüzmeye yaylaya gezmeye giderdi işten kaçan haylazların,
Küçüklerle birbirine haber salardı aşıkların,
Nasıl unuturuz seni ey asıl vatanım,?
Elbet birgün yoğrulduğumuz o toprağında huzurla yatarım.
Ocak 2018 Faruk ÇELEBİ Muğla / Beden Eğitimi Öğretmeni
Tevellüt 1970 Salih Çelebi (gara sali) torunu Ahmet ÇELEBİ oğlu

Toprağına Hasret SULTAN BULUT
KARACAÖREN’li ANNEME
Karacaören’de geldin bu dünyaya,
Daha çocukken, başladın çalışmaya,
Herkes uyurken sıcak yatağında,
Başladın çeşmeden su taşımaya.
Küçüktün, okumaya heves ettin,
Amcan Habip Hoca’ya gittin,
Kızlar okumaz, dediler,
Okumayı, ebediyyen kaybettin.
Soyunuz aslında Asyalı Yörük’tü,
Hayvanınız, sürüleriniz böyüktü,
Karacaören`li kızlar gibi uzun,
Saçların beline kadar örüktü.
Kaderindi Kırşehir’e gelin gitmek,
Medrese’de kaynana derdi çekmek,
Kolay mı annem, kıtlık kıyamette,
Tek odada üç çocuk büyütmek.
Çoluk çocuk Kızılırmak’ı geçtin,
Geçim için Çıkınağlı’na yerleştin,
Erkek işidir, yapamam demedin,
Babamın hızarına sen de eşlik ettin.
Bir çocuğun oldu, adı Duran’dı,
Parlak zekȃlıydı, pek yamandı,
Bir menenjit aldı götürdü onu,
Ömür boyu kalbin buna yandı.
Kulu’da iki gözlü damda oturdun,
Kışta karda çeşmeden su getirdin,
İlkokulda hademelik yaparak,
Evimize bir sıcak ekmek getirdin.
Kardeşlerin gibi geldin Ankara’ya
Para pul yok, başladın iş aramaya,
Tıp Fakültesi‘nde oldun hastabakıcı,
Ha gayret, koyuldun çalışmaya.
Hemşirelerin haksızlığına uğradın,
Çıkarmadın sesini, için için ağladın,
Yine de kör talihini yenmek için,
Ölülerin bile çenesini bağladın.
Yıllar geçti, nihayet emekliydin,
Emek’te evine girince sevinçliydin,
Okudun üfürdün, dualer ettin,
Gözel Allah’ım şükürler sana, dedin,
Çok severdin 73. Sokakta gezmeyi,
Komşularla oturup sohbet etmeyi,
Mutfakta yemek yaparken bile,
Bırakmazdın teypten türkü dinlemeyi.
Tertemiz yapardın odaları, arayı,
Unutmazdın ocağa yemek koymayı,
Bunaltıcı öğle sıcağından sonra,
Bahçede komşularla banka oturmayı.
Alırdın eline ipliği, çorap örerdin,
Trene bindim tren salladı, derdin,
Sürmezdi fazla üzüntün kederin,
Hemen arkasından gözlerinle gülerdin.
Cömerttin, sofranı herkese açardın,
Misafirin gönlüne huzur saçardın,
Kardeşlerin gelince birbir yanına,
Sevinçten adeta kuş olur uçardın.
Sen Arıözler soyunun Ulu’suydun,
Akrabaların içinde en dirisiydin,
Bütün mahalleli söyler durur,
Samimiydin, cana yakın birisiydin.
Emek’teki sokaklar inişli çıkışlı,
Örtülerin vardı annem, ince nakışlı,
Bir kış günü geldi Azrail yanına,
Yavaş yavaş kalbine yapıştı.
Havada kara kara bulutlar buluştu,
Hastane odasına doktorlar doluştu,
Vedalaşma günü gelince Haktan,
Evlatların sana kuş gibi yetişti.
Krizler geçirdin, ama ayakta durdun,
Yatalak olmadan doksanını buldun,
Sonunda Rabbim seni cennetine aldı,
Çünkü sen onun, sevgili kuluydun.
Karacaörenli annelere selam olsun,
Evlatlarının hayrını görsün,
Tanımasam da, görmesem de
Hepsinin Anneler Günü kutlu olsun!
ÜNAL ABALI - ALMANYA
Mayıs 2015
ANALARIM VE MEMLEKETIM:
Ana dediklerimin dördüncüsüydü
Duydumki ölmüs.
Onlar topraga
Ben yüregime gömdüm.
Vay benim analarim
Günesti, gün diye gördükleri
Isti, eglence diye bildikler
Yasadilar yasamasina ya…
Ne agladiklari belliydi
Nede güldükleri.
Nasip olmadi ne baslarina yazma
Ne mezarlarina bir kürek toprak
Yürek paramparca
Gizlenip bir köseye
Yetmiyor, yetmiyor
Gurbette aglamak.
Orta anadolunun orta yerinde
Tamda yüregimin ortasi
Dedigim yerdir
Canim karacaörenim.
Bakma, Gurbet elde
garip garip dolastigimiza
canli gelemesemde
Cansizda olsa
Girecegim koynuna.
Ecel bu, ferman dinlemez
Hani, gelirse aniden
Hicde hesabta yokken
Alip götürün beni köyüme.
Basmalara kiyamadigim
Topragina memleketimin
Verin simdi beni koynuna
Kurtulub gurbetten
Kavusurum analarima.
Hasert bu.Cana bedel
Catlatir sabir tasinida
Catlamazmi mezar tasi
Bekleyemem Israfili
Tavlayib Veyselimin
Sadik yarini
Cikarim disari.
Bilmem hangi gül,
Hangi cicek adinda
iste o an
Seyredecegim seni
Canim Karacaörenim
Mahmur bir uyku tadinda.
Kimbilir,taze, gencecik
Yüregi agzinda
kinali bir el
Alir beni avuclarina.
Takip ardima seher yelini
Girerim renkten renge
Kirmizi, sari yesil
Susuzlugumu tel duvak altinda
Heyecanli, marur
Iki ela gözden süzülen
Inciler giderir.
Bir kutsal emanet gibi
Tutarken beni
Beyazlar icerisinde
Titrek, narin, bereketli eller
Biliyorum
Orada olacaklar
Ela, mavi, kara gözlüler.
Rasit Duman/ Almanya.
NEŞET’E…
İçim yandı bugün,
Kırşehir’im gülü gitti,
Yüreğim kanadı bugün,
Toprağımın bülbülü gitti.
Dik dursun eğilmesin başlar,
Aktı sel oldu gözlerden yaşlar,
Dinlerdi sazını gökteki kuşlar,
Halkımın aynası gitti.
Hasreti Kırşehir’e bağrı yanık gitti,
Sanki suçlu bir sanıktı,
Türküleri içerek gitti
Gitti toprağımın canı gitti.
Engindi gönlü genişti dünyası
Yüreği dopdolu halk sevdalısı,
Anadolumun bulunmaz aynası,
Gitti NEŞET’İM gitti.
Öğretmen değildi bil ki öğretmendi
Sanatçılar arasında rekortmendi,
Sazıyla sözüyle cehaleti yendi,
Koptu Kırşehirimin dalı gitti.
O gönüllere sel gibi aktı,
Türkülerle bir meşale yaktı,
Tüm insanlara sevgiyle baktı,
Gönülleri kuşatan NEŞET’İM gitti.
Duruşuyla ayrı yere oturdu,
Sazının telini farklı vururdu.
Birlikte güttü koyunla kurdu,
Sevgi kokan NEŞET’İM gitti.
HACI İLHAN
Emekli İl Turizm Müdürü
ANASIZ BAYRAM
Dokuz ay beni karnında taşıdın.
Bazen yoruldun, bazen üşüdün
Bizim için hayatını çürüttün
Sensiz bayramın tadı olmuyor ANAM
Doya doya bakamadım yüzüne
Yavrum derken yaşlar akardı gözünde
Kızıpda darılmazdın bizlerin sözüne
Sensiz bayramın tadı olmuyor ANAM
Anladım ana başa taç imiş
Annesiz bayram yapmak zormuş
Anasız insanın, yaşamı hiçmiş
Sensiz bayramın tadı olmuyor ANAM
Bu bayramda elini öpemedim
Anam ben sensiz bayramda gülemedim
Ağlayan göz yaşlarını silemedim
Sensiz bayramın tadı olmuyor ANAM
Sen yoksun yine bayram yapamadım
Seninle yaptığımız o bayramları aradım
Bayram sabahı sofrada seni aradım
Sensiz bayramın tadı olmuyor ANAM
05/11/2011
AVŞAR ÖZTÜRK
KÖYÜMÜ ÖZLEDİM
Nerde çocukluğumdaki köyüm?
Nerde koşuşan sevinen çocuklar?
Nerde sohbet? Nerde ajans?
Dinlediğimiz o güzel odalar nerede?
Nerde bahara açan güller?
Nerde çayırlar, çimenler?
Nerde karlar altında zambak?
Nerde çiğdem kokan dağlar, nerde?
Nerde bellerken haz duyduğumuz?
Nerde omcasına kıyamadığımız?
Nerde ışkınına, üzümüne doyamadığımız?
Nerde çiğdem kokan bağlar nerde?
Nerde kimi ağlayıp kimi güldüğümüz?
Nerde hergün yatıp kalktığımız?
Nerde uçup giden konağımız?
Nerde şenlenen evimiz, nerde?
Nerde öküz, at otlattığımız otlak?
Nerde koç güttüğümüz yatak?
Nerde ceviz ağacı, armut dibi?
Nerde keklik ötüşen yerler, nerde?
Nerde eşeğe çubuk, kazan çattığımız?
Nerde ocak kurup altını yaktığımız?
Nerde tokaçla astab yıkadığımız?
Suyu güzel Ağcalı, nerde?
Nerde araba şakırtıları?
Nerde kağnı gıcırtıları?
Nerde tozlu yol, ulu yol?
Nerde bayram yeri, harman nerde?
Nerde tırpan, nerde orak?
Nerde çıtlık tönge, nerde dolak?
Nerde at koşturduğumuz çatal yolak?
Nerde tura oynanan günler, nerde?
Köyde duman tütmez gördüm,
Artık duman tütmez gördüm,
Gurbete gideni gelmez gördüm,
Nerde köyüm, köylüm nerde?
Gelin dostlar birlik olalım,
O eski günleri analım,
Alalım çapayı beli elimize,
Yıkılan köyümüzü yeniden kuralım.
Varalım yayla bağlarına çadır kuralım,
Horon tepip oyunlar kuralım,
Öttürelim zurnayı, davullar vuralım,
Tüttürelim ocağı, yeniden kuralım.
Hacı der ki, sözüm size,
Kem bakmayalım birbirimize,
Derman gele dizlerimize
Varalım köyümüze, yeniden kuralım.
Öğretmen Hacı
İLHAN
KÖYE GİDELİM
Yayla bağları alış arası,
Vardı orada angıt kayası,
Damlacık hoştur temiz havası,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Yukarı bağlar ağlıyor gibi,
Dereler yine çağlıyor gibi,
Erik, armut, omca dibi,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Kozulca’da kenger toplayalım,
Ağcalı’yı unutmayalım, yoklayalım,
Dalkara’da mantar toplayalı,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Kızıldere’de soluklan biraz dinlen hele,
Bağlalardaki ışgına güle sümbüle,
İniverelim harman yerine,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Kumbağ üzümü yenilmez mi hiç,
Gidilir de geri gelinmez hiç,
Uluyol, yolak görülmez mi hiç,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Kızılağıl kuyusuna varalım,
Kurbağalarla göle dalalım,
Sazını, kamışını saralım,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Özlü yolu tozlu yoldur,
Al testini suyunu doldur,
Çayırı, çimeni, gülü boldur,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Çatalkaya çömçüür topaktaş,
Belinbaşı, taşlı gedik, kara kaya,
Çıkıverelim güneyin yamaca
Gelin gardaş, köye gidelim.
Güney çayı deremiz çayımız,
İn’imiz Tereli’miz Kervansaray’ımız,
Orda karılmıştı insanlık mayamız,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Küllü tarla kelek tarlası,
Ne hoş olurdu biliriz yolması,
Böylesine güzel yerde kalması,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Çıkalım mezarın başına,
Oturalım sohu taşına,
Bakmayın kimsenin göz yaşına,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Anamız, atamız, evimiz, yuvamız,
İnşallah tutar olur duamız,
Hacıbayırda atalım naramız,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Hacı der ki, bağrımız yanıyor,
Köyümüz yıkılıp viran oluyor,
Kolları sıvayıp kimler geliyor,
Gelin gardaş, köye gidelim.
Öğretmen Hacı İLHAN
EMMİ OĞLUNA
Sarıldı kuzularım kalkmadı kolum
Aramasın beni hiç bitmez yolum
Kızım canan Akıner oğlum
Allaha emanet eyledim sizi
Yenemedik anneni istedi saçını
Bilemedim neymiş kuzumun suçunu
Diyarı gurbette ben yitirdim koçumu
Annene emanet eyledim sizi
Ağıdı bilmem sana şiir yazdım
Senin toprak olacağını hiç ummazdım
Toprağını attım mezarını kazdım
Hakkını helal et 'Amcamın Kuzusu'
Bana hep 'Amcamın Kuzusu' derdi,
O hep sıcak, daima gülerdi,
Yufka yürekli, yardım severdi,
Mekanın cennet olsun 'Amcamın Kuzusu',
Evlat acısı bu, kor gibi yakar,
Öksüz kuzularım gözüme bakar,
Baktıkça gözümden deryalar akar,
Kurudu gözlerim, ben Kuzumu özlerim.
Şok ettin seni böyle göreni,
Görmek istemezdim böyle töreni,
Davetmi ettin Kırşehirle, Karacaöreni,
Nur içinde yat, 'Amcamın Kuzusu'.
Komşumu oldunuz Ramazanla HACI,
Andıkça yanar ciğerimin ucu,
Sen ağıt yak ben ağlayayım Hatça bacı,
Çok doluyum komşular kınamayın beni,
Acın çok büyük yüreğimi dağladı,
Göz yaşları sana sel olup çağladı,
Şiir yazdığım kalem bile ağladı,
Ağlamamak ihanettir sana 'Amcamın Kuzusu'.
Kahraman diye komşuların anıyor,
Sevenlerin seni yaşıyor sanıyor,
İnsanlık yolunu çok uzun almışsın,
Seni herkez seviyor, herkez tanıyor.
Konuşmaz dilleri yanmaz ışığı,
Genç yaşta felek vermiş keşiği,
Sofrasından eksiltmişler kaşığı,
Yuttuğum lokmalar zehir oldu kuzum.
Kuzum kokuyor diye giysisini koklar,
Dağladı yüreğimi zehirli oklar,
Annen saçın Akıner yüzüğünü saklar,
Biri kuzum, Biri babam diye.
Mürüvvetinizi görmekti niyetim,
Çok erkenden toprak oldu etim,
Körpe kuzularım kaldı yetim,
Sizlere doymadım, doyamam kuzularım.
YAZAN; Amca oğlu 'Duran AKINCI'
Amcasının Kuzusu Ramazan AKINCI ya Atfen.
KARACAÖREN SÖZLÜĞÜ
Acer: Yeni
Hereni: Küçük kazan
sufa: kiler
aze: organ
alahçık: bağ evi
arıstak: tavan
ağnamak:küllükde eşeğin yuvarlanması
avulanmak: acılanmak, zehirlenmek
başangı: yaramaz
bocca: küçük testi
bıldır: geçen yıl
camadan: yelek
cıncık: züccaciye kırıkları
cücük: civciv
çerçi: köylerde hayvanlarla satiş yapan
çinik: bir tenekenin yarısı, 4 çinik bir kile
çerik: 6 çerik bir kile
urup: ölçü birimi... 1,250 gram olduğu sanılıyor.
çömçe: uzun saplı büyük takta kaşık
dene: tane
dulda: kuytu yer
dölek dur: düzgün dur, uslu dur
yanaradan git: böbrek ağrısından git
elekçi: çingene
dünyalık: sahur vakti
emmi: amca
fışkı:kuru hayvan fisliği
güdük: kısa
hatıl: hayvanların ahırda yem yediği yer
ıcıcık: azıcık
ıpılıyo: çok süratlı koşmak
ketme: bahar gelince ağıldan kazılan tezek
keşşik: sıra, nöbet
masimemek: önemsememek
nörüyon: ne yapıyorsun
okuntu: düğün nişan törenlerine çağrı
pece: pencere
peşğir: havlu
seme: aptal
seklem: tahıl dolu çuval
sızgıt: kuşbaşı şeklinde kavrulmuş et
sohu: bulgur dövelen ortası oyuk taş
sumsuk: yumruk
tezikmek: hedefsiz deli gibi koşmak
imbal: öküzlere dürtülen çivili sopa
ellaam: sanırım
haşeri, haşarı: geçimsiz, kavgacı
ayakyolu: tuvalet
cümeycesi: perşembe
kitli pazar: pazar
açık pazar: pazartesi
harman: Taneli sapın tarladan gelmiş hali
malama: taneli sapın düvenle dövülme boyutunun 1.hali
bilezik: sapın saman olma şeklinin son hali
tınaz: taneli samanın son hali
cec: tınazın savrularak buğdayın ayrılışı
kesmik: tınaz savrulduğunda saman ve
buğdaydan sonra kalan düğümlü saman
maçkalı:hastalıklı
guşane: tencere
karalleme: tahmini
şaplak: tokat
abooo: bir çeşit hayret ifadesi.
uşak: çocuk
çörten: çatı oluğu
kümbül: patates
zikke:hayvanların bağlandığı demir kazık
horanta: ev halkı, aile
hazlanmadım: hoşlanmadım, beğenmedim
marat: azarlama
ıskarpin: ayakkabı
hapesleyin: aniden, habersiz
cırnak: tırnakla çizmek, tırmalamak
dadanmak: alışmak
enemek: işaret vurmak, damgalamak
çerliyesice: midenin safra yapması, sindirim sisteminin bozulması, dilin dişin
kitlenmesi gibi. sanırım.
tembah: tembih
horata : şaka
goolaşmak : dedi kodu yapmak
şakalak : güzel, şimşir
talaz : etkli rüzgar
ganare : doyumsuz
ellaam : galiba, sanırım
yırık : yırtık
ığranıyor : 1. titremek 2.rahattan kilo almak
direniyo : inatlaşıyor
tuturuk : ateş yakmak için kullanılan kuru ot
firek : domates
ilahne : lahana
Aboo= şaşma, hayret
Baldırcan= patlıcan
Cayırtı= kuru gürültü
Dirliksiz= geçimsiz
Essahtan= gerçekten
Gerneşmek=esnemek
Neyitmiş= ne yapmış
Soghranmak=mırıldanmak, söylenmek.
Ossun= olsun
Usulca=yavaşca
Vanılamak=acı içinde bağırmak.
Yanaz=inatçı
Zıllımak=caymak
Zırlamak=ağlayarak gürültü yapmak.
Zırnık= hiç birşey
Nevri dönmek= sesemlemek
Zeralam= kötü iş yapan, yaramaz.
Örselemek= eziyet etmek
Şiraze= ayar
Kolaçan= gözetleme
Mezmele= yarım bırakılan iş.
HAZIRLAYAN : Habip ARIÖZ
KARACAÖREN SÖZLÜĞÜ
Gizir : Köy bekçisi
Cızılı : Bir çeşit aşık oyunu
Küllük : Gübre ve yakıt artıklarının döküldüğü yer
Kerme : Kasnakta biçimlendirilerek kurutulan hayvan gübresinden yapılmış
yakıt
Yapma : Duvara yapıştırılarak kurutulan hayvan gübresinden yakacak
Tök, çik, opban, mirre : Koyun veya koç aşık kemiğinin muhtelif yüzeyleri
Enek : Anamal, sermaye
Zırık : Erkek eşek
Güre : Aşırı cinsel arzulu, uyanmış
Büvelek : Bir çeşit büyükbaş hayvan haşaratı
Çirleme : Kayısı yağlaması
Ağdilmit : Bir çeşit üzüm
Garaandere : Beyaz üzüm
Dıranı : Uzun sert üzüm
Havt : Üzüm çiğnemeye ve şire çıkarmaya mahsus bir tür havuz
Pınara : Baca
Çelan : Duvar üstlerine veya damların kenarlarına konulan ottan siperlik
Ifırcık karanlık : Alacakaranlık
Marimse : Meğer
Badalak : Birinin başını seri şekilde tokatlamak
Küllemece : Kül atmak suretiyle şakalaşmak
Divlek : Küçük kavun
Körduman : Sis
Kümbül : Patates
Düve : Genç inek
hatıl : Hayvan yemliği
Başına çökmek : Tecavüz etmek
Kuluç kırmak : Sırt çiğnemek
Yel girmek : Kas spazmı geçirmek, kramp girmek
Canevi : Göğüs kafesi
Zevle : Öküzleri kağnıya koşmak için ağaçtan yapılmış boyundurulk altı
düzenek
Gelekli : Dağınık, gayrımuntazam saçlı,
Hortuklu : Devamlı sümüğü akan,
Devrambel : Ayçiçeği,
Duluk : Çenenin kulak önüne gelen kısmı,
Yüklü : Hamile,
Kürtün : Eşek sırtında teneke, kova v.b. eşyayı taşımak için kullanılan
ağaçtan yapılmış düzenek,
Yamçı : At sahiplerinin sırtlarına aldıkları keçeden yapılmış uzun
giyecek,
Hırızma : At ve eşeklerin burnuna takılan bir çeşit koşum kancası,
Epelek : Kelebek,
Lik like kalkmak : Rahvan yürüyüşe geçmek,
Kekil : Saçın alın ve yanağa dökülen kısmı,
Dişindirik : Binek hayvanları gem teçhizatının diş arasına gelecek
şekilde takılan zincirli bölümü,
Süvarilik : Diz veya dirsek üstüne koyun veya kuzu postundan yapılmış
yama,
Külek : Sulanarak yumuşatılmış yufka ekmeğin katlanarak günlük kullanım
için muhafaza edildiği ağaçtan yapılmış silindirik kap,
Navraksız : Çirkin, bozuk görünümlü,
Zeklenmek : Dalga geçmek,
Kunnamak : Doğurmak
Gürk olmak : Kuluçkaya yatmak
İlenmek : Beddua etmek
Karsamba : İşe yaramayan her türlü nesne
Gücük : Şubat
Kelengi : Yer sincabı
Çerçi : Eşek üstü satış yapan seyyar satıcı
Horlamak : Dışlamak, kabullenmemek
Habire : Durmadan
Gülük : Hindi
Köşker : Ayakkabı tamircisi
Pürçüklü : Havuç
Istar : Halı dokuma tezgahı
Gremse : Kolye olarak kullanılan bir çeşit takı altını
Safran : Kadın feslerine dizilen altın suyuna batırılmış yuvarlak
imitasyon metaller
Diğdirmek : Fışkırmak
Stil : Bakırdan yapılmış küçük ayran, süt veya yoğurt koymaya mahsus kap
Garnaz : Başkasını çekemeyen, içinden pazarlıklı
Pala : Bir tür kilim benzeri yer örtüsü
Helke : Kulpu dövme demirden yapılmış bir çeşit bakır kova
Dikolta : Bayanlara mahsus askılı bir tür iç çamaşırı
Sındı : Makas
Zırnık : Bahçe duvarlarından ve evlerdeki ilgili bölümlerden atık su
bırakılmasına mahsus tahliye deliği
Cağ : Abdest almak veya banyo yapmak iiçin ev içlerine yapılmış tabanı
beton bölme
Tezikmek : Ürkerek hedefsiz sağa sola koşuşmak
Tuluk : Peynir basmak veya yoğurt süzmek için kullanılan koyun veya keçi
derisinden yapılmış torba
Ağız : Koyun kuzuladğında, inek buzağıladığında önden gelen besin degeri
yüksek süt
Gığı : Küçükbaş hayvan pisliği
Kösengi : Tandır veya ocağa saman veya iri saçmak için kullanılan sopa
Hayat : Avlu
Kesmik : Harmanda savrulan samanın irisi
İri : Ahır hayvanlarının yemeyerek bıraktığı kalın saman
Seme : Aptal, geri zekalı
Dümüksüz : Gamsız, vurdumduymaz
İstanbuldan Ahmet ARIÖZ, Habip ARIÖZ'ün sözlüğüne ekleme göndermiş.
Kendilerine teşekkür ediyoruz...
OKULA AĞIT
Kara tahtada silindi yazılar,
Perişan oldu talebe kuzular,
Gelin okulu kapatmayalım,
Habip Hoca'nın kemikleri sızılar.
Dertli dertli öter okulda kuşlar,
Yaprağını sarartmış bahçedeki ağaçlar,
Şen olun kuşlar ötmeyin dertli,
Belki okulumuz yeniden başlar..
GÖNDEREN : Cemile CAN (Cale Bacı)
AH HEMŞERİM
Ah hemşerim ah
Gözümde tütüyor köyüm,
Nereden başlasam bilmiyom
Daha köye girmeden
Bozuk yollarından
Yanmış tezek kokusu çavar burnuma,
Ne de güzel kokar,alır götürür beni
Taaa... çocukluk yıllarıma
Ah hemşerim ah
Kalbim yavru kuş misali palazlanır sevinçten
Köye girmeden bir heyecan sarar beni,
Tek bir cadde üstünde eski iki köy bakkalı
Ne de güzel kokar içi derinden mis gibi
kahve önünde dedem yaşlarında bir söğüt
Camiden çıkmışlar,yaşları ya atmışbeş ya yetmiş
Üç beş tane emmilerim laf atar ordan buradan
Ara sıra gençlere verirler derin derin öğüt
Ah hemşerim ah
Biçerler girmiş ekinlere
Her taraf sap saman talaz
Karınca misali çalışıyor reşber köylüm
Onlarca işin ardından tek başına gelir
Benim köylüm
Güneşten yanmış hepsinin eli,yüzü,
Çoluk, çocuk,yaşlısı
Avuçları çatlak,hepsi iş düşünür
Akşama gelecek sığır
Daha pişecek bulgur pilavı, tarana çorbası
Koşturur durur benim köylüm
Ah hemşerim ah
Çocukken üzerinde büyüdüğüm sokağım
Tanınmaz olmuş ottan,saptan,bakımsızlıktan
Az mı misket oynadım
Hele aşşık atıp da üterdim
Ne kadar da sevinirdim
Ne olmuşsun öyle
küsme bana,tutamadım bak göz yaşlarımı
geldim işte hadi sevinsene
cebimden çıkardım ip örmeli anahtarı
kapı da açılmaz kızar direnir bana
üzerine yazılmış kırmızı,mavi siyah
farklı farklı kapı numaraları
hepside zor okunuyo
bakımsızlıktan,tozdan,kirden
belli ki artık silinmiş hatıraları
anlatır bana bensiz sıcak yazları,kara geçen kışları
ah hemşerim ah
avludan geçtim girdim erkek odasına
tavanı saptan üzeri örtülü hasır
ölmüş örümcek,böcek, sinek
buz gibi suyunu içtiğim
desti hala duruyo yerinde
süpürge ile faraşım musandarada
dargın dargın bakar bana
ah hemşerim ah
her yer,her şey yaşlanmış
eski dadı duzu yok
her kes küs belli
duramam buralarda
nereye baksam bir anım
tutamadım kendimi ağladı gözyaşlarım
harmanyerlerinde öbek öbek buğdaylar serilmiş
mercimek,nohut,arpa da yanlarında
üzüm bağlarına alaca düşmüş bekler eylülü
hemen yanı mezarlık
eski topraklar yattığı yerde izler
biteni olanı
ebem,dedem,ismini çıkaramadığım onlarca mezar
ruhlarını okudum kulfü,elham
sorarlar bana ;
bayramlarda arife günü niye hiç uğramadın
cevap veremedim ,
ne deseler haklıdırlar
onlarca yıl uğramamışım
bu gün uğramışım neye yarar.
Nede çabuk akşam oluverdi
Daha yeni başladıydım köyümü dolaşmaya
Kurbalar ben yürüdükçe sağa sola zıplar,kaçar
Hava kararıyo artık danalar yollarda
Mö mö diye evlerinin yolunu arar
Kimi çok otlanmış belli
Yüz yıllık pınarın havutunda
Bağrını sular.
Ah hemşerim ah
Bende yanaştım o yaşlı pınara
Kana kana içtim suyundan
Sanki bir daha kavuşamayacakmış gibi sarıldım
Kırılmış,yazısı silinmiş
Mermerden Y.S.E.1959 yazılı
duvarına
ah hemşerim ah
iki gün kalacam köyümde
saniye saniye,dakika dakika
dolu dolu yaşamak istiyorum 48 saati
hiç uyumak istemiyor canım
akşam yemeğini dezemlerde yeyip
köy kahvesinde yüzbir oynuycam gençlerle
domino oynuycam beş altı dereceli
çerçevesi kırık,camı çatlak gözlüklü emmilerimle
ah hemşerim ah
saat olmuş gecenin ikisi
cır cır böcekleriyle kurbaların melodisi
nede hoş gelir kulağıma
sezen aksu,yıldız tilbe,Tarkan da kim ola
mis gibi kokar iğde dalları
açmış çiçeklerini,
bi de dikeni olmasa
ah hemşerim ah
köyümün tek caddesi
kiminin patlak yanmaz sokak lambası
ses çıkararak aydınlatır yolları
gençler laf atarak volta atmakta
kiminin elinde bira şişesi kağıda sarılı dolaşmakta
başımı şöyle bi derin nefes alıp kaldırdım havaya
gökte meğer neçok yıldız varmış
hiç görmediydim bu kadarını
ne ankarada ne de istanbulda
ah hemşerim ah
küsmedim neşedim,kahrettim sana
ne de güzeldir bozkırımın yanık türküleri,bozlakları
bi düğün olsada gençlerle bayrak kaldırsak ,
yeşilim yeşilim diye
köyü köçekle bi dolaşsak
abidin çalsa biz oynasak
gece gayın gitsek damada eziyet etsek
gelin ağlatan çalsa zurnacı bi dinlesek
konvoy olup dolaşsak köyü arabalarla
sür kızıldereye,ağcalıya,seyfeye,yayla bağa
yolları tozu dumana katsak.
GÖNDEREN: Cem GÜLER
(Ostuğun Kadir'in oğlu)
TURNAM
Kıskanıyorum turnaları
Takmış ardına yavrularını
Ard'arda; dizi dizi
Kimbilir görmeye gidiyorlardır,
Biricik sevgililerini
Kanadım kırık allı turnam
Gelemem ardınızdan
N'olur; al şu yüregimi de götür
At aşağı, geçerken bizim oralardan
ÇOK DEĞİL
Çok değil
Daha birkac yıl evvel
Çocukların attığı
Ve hatta
Attırmaya özendirdiğim
Kartopunu
Kumral Saçlarımdan
Aşağı iterdim.
Çok değil
Daha birkaç yıl evvel
Isırdığımda elmayı
Dişlerimde eritirdim.
Alıp ellerine dişlerini
Yıkayanlara gülerdim.
Çok değil
Daha birkaç yıl evvel
Yan yatırıp saçlarımı
Geçip karşılarına
Çaktırmadan caka satardım.
Yakalayıp bir kaçamak bakışlarını
Koyardım yüreğimin bir köşesine
Yürek dersen, yeterdi yüzlercesine
GÖNDEREN: Raşit DUMAN
FIKRALAR
1.Bizim Kari
Mahkeme´de hakim Temel´e sormus:
-Kiminle evlisin?
-Bizum kariylan
-Hakim sinirlenmis;
-E, herhalde. Sen hic erkekle evleneni duydun mu?
-Duydum tabi, nasil duymadum!
-Kim mis?
-Bizum kari...
2.Sempatik
Temel Cemal'e anlatıyormuş:
- Bi herif bana çok sempatiksiniz dedi.
- O ne demektir?
- Pek de pilmeyrum ama, her ihtimale karsi furdum oni.
3.Uymasin
Cemal ile Temel askerde beraber nöbet tutarlarken, komutanları bir bakmış
Cemalin elinde bir mektup, okuyor.
- N'apıyorsunuz, demiş.
Temel:
- Sevculumden mektup celdi. Okuma yazma pilmem, Cemal okuyo pağa.
- Peki Cemal'in kulaklarındaki pamuk ne?
Temel:
- Mektubu tuymasin diye....
4.Bakis
Temel otobüse binmiş. Sormuşlar,
- Ne yaptın, pilet aldın mi?
- Piletci sankim pilet almamuşum gibi paga manali manali paktu.
- Peki sen ne yaptın?
- Pen de sankim pilet almişum gibi ona manali manali paktum.
GÖNDEREN : Muhammet KARTAL
(Sakine KAHRAMAN'ın kızı
Ayten'in oğlu)
SOĞUK ESPRİLER
Elektrik sandalyesinde
oturan idam mahkumu ne demis?
Cok korkuyorum elimi tutar misin ???
Arkadaslar telefonlar dinleniyormus...
Iyi iyi dinlensinler zaten çok yorulmuslardi...
Saatin çalisiyo mu?
Evet
Benimkine de is bulsana...
SOBADAKİ HİKMET
Fizikçi, matematikçi,
kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide
bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine
sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır.
Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarda,
altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş
olabileceğine dair bir tartışma başlar. Kimyacı, "adam sobayı yükselterek
aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış";
fizikçi, "adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa
sürede ısınmasını sağlamak istemiş"; jeolog, "burası tektonik
hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanin taşların
üzerine yıkılmasını sağlayarak yangin olasılığını azaltmayı amaçlamış";
matematikçi, "sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın
düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış"; antropolog, "adam ilkel
topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle
sobayı yukarıya kurmuş". Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın
yukarda olmasının nedenini sorarlar., Adam cevap verir: - "Boru
yetmedi."
GÖNDEREN : Cem DENİZ
BİR SEVDADIR
İsmini duysam duygularım alt üst olur.
İn’den Yayla’ya kadar.
Seni düşünür, seni konuşurum.
Ben sana sevdalı, sana asığım.
Kurumuş topraklara düsen su gibi.
Yeşile doymamış ormanlar.
Sözlerimin bütünleştiği duygulu sözlerle.
Ben sana sevdalı, sana asığım.
Gecenin seher vaktine dönüştüğü gibi.
Yağmurun ilk yağısı.
Sabahın temiz hali.
Ben sana sevdalı, sana asığım.
İnadına, inadına kahrolsun diyorum.
Gurbetin acı yüzü.
Doymadım, doyurmadılar.
Ben sana sevdalı, sana asığım.
Bu bir sevdadır dostlar.
Manyak ve delicesine.
Kınamayın çok görmeyin.
Seni seviyorum Ağandagından, Kızılağıla.
GÖNDEREN:
Ahmet Öztürk Almanya / Esslingen´den
BENİM ARZUM
Karacaören’den çıkalı 18 yıl oldu.
Anamın, civan delikanlı kardeşimin gözlerine topraklar doldu.
Ne oldu?
Yeşil Karacaören sana ne oldu????
Güzel köyümüzün üstüne kara bulutlar kondu.
Bir gün bitecek. Her şey yeniden ayni güzellikleri ile sürecek.
Bütün köylülerimiz köye dönecek.
Köyün yiğit deli kanlıları kahkaha ile köye dolacak.
Olur mu arkadaşlar olur mu???
Yoksa bunlar bende hep arzu ile kalır mı???
GÖNDEREN
Salih Akıncı´nın kızı
Güldane Öztürk /Almanya
Mutlu kalın
SAYAMADIM GİTTİ
Bu hasretliğin bağrımı ok gibi deldi.
Yüreğimde yangın var, gözlerim nemli.
Moral düzgün değil, sinir gerildi.
Kaç saat, kaç gün geçti, saymadım gitti...
Kara gurbet kanımı emdikçe emdi.
Gurbete savaştım, o beni yendi.
Nihayet esir etti gurbet, kendine beni.
Kaç hafta kaç ay geçti, saymadım gitti...
Çürüttün beni-ömrümü, yordun beni.
Sanki tanımaz oldum kendi kendimi.
Yokluk, yoksunluktur bunun nedeni.
Kaç yıl, kaç sene gecti, saymadım gitti...
Ağlayan su gözlerim artik güllerdi?
Ölmeyen su hasretlik artik bilmem biter mi?
Herkesin derdi var, kim dinler seni!
Kaç mevsim, kaç bayram gecti, saymadım gitti...
GÖNDEREN:
Almanya Esslingen´den
Ahmet ÖZTÜRK
17 YILLIK HASRETİME
Kardeşimin emanetisin sen bana yaralı ceylanım.
Küstün mü bana, beni dinlemeden - anlamadan?
Önyargılı suratını astın mı bana?
Ben hiç umudumu kesmedim, ürkek güvercinim.
Sana hiç bir zaman küsmedim, dağ çiçeğim.
Sen Bülentimin kuzusu, senden gecermiyim.
Hep hayalimdir, senin kokunu acaba bir gün cekermiyim.
Biliyorum o gün gelecek, beni anlarsın.
Insaallah o gün umarım, geç kalmassin.
Senin geldiğin gün bayramım olur.
Bütün özlemim - hasretim, Narçiçeğim, son bulur
GÖNDEREN
Halan Güldane Öztürk
Almanyadan/Stuttgart
BABADAN OĞLUNA NASİHAT
Bir baba evlenmek üzere olan
oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş. "Son tavsiyemi mutfakta anlatmak
istiyorum" demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı
"Olur" demiş çekine çekine. Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap
koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. "Şimdi, istediğim
her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna. Sırasıyla havuç,
yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş... Oğlu hepsinden ikişer tane
vermiş babasına. Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki
kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika
süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş
oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları,
yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.
Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?" Oğlu düşünürken
açıklamaya başlamış. "Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve
taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. "
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte aşk ve şefkat birlikte
olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi
birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise
eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi
içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar. Aşkın da şefkatin de
olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve
taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler.
Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da
birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler. Oğlu aldığı bu
dersten tatmin olmuşa benziyordu. "Asıl ders bu değil!" dedi baba.
Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları
gösterdi. "Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de
bir tat yok " Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir
fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı.
"İçmek istersin herhalde" dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken
konuşmasını sürdürdü. "Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen
eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici.
Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar
birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata
kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar."
GÖNDEREN : Bülent GÜLER
(Ostuğun Kadir'in Oğlu)
ÖNYARGI
Uzaklarda bir köyde, kocası,
çocuğu dogmadan ayrılmış tek başına yasayan hamile bir kadın kendisine arkadaş
olması açısından dağda yaralı bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye baslar.
Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan
olmasa da, oldukça uysallaşır. Birkaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına
tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve
kadın bir gün birkaç dakikalığına bile olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde
bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz
zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına
gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvani. Tam o sırada içerdeki odadan
bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir. Ve odada beşiği, beşiğin içindeki
bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.
Einstein'in söylediği rivayet edilen bir söz var:
"İnsanlardaki önyargıyı
parçalamak benim atomu parçalamamdan daha zordur."
ÖNYARGILARIMIZI BEYNIMIZDEN SILMEK VE KALBIMIZDEN SEVGIYI EKSIK ETMEMEK
DILEGIYLE...
GÖNDEREN : Betül Baysal
Topçu
Endüstri Mühendisi
MESLEK HANEM BOŞ
Ben bir ev kadınıyım.
Sanıldığı gibi işim pasta börek yiyip kabullerde vakit geçirmek değil. Ben bir
krallığın kraliçesiyim, kralın baş danışmanı , onun yokluğunda ise ülkemin
koruyucusuyum.
Bazı belgelerde meslek
hanemi boş bırakırlar ya da burun kıvırarak ev kadını yazarlar. En çok böyle
zamanlarda incinirim. Anlarım ki benim yuvam için akıttığım terin bu belgede
yeri ve anlamı yok. Oysa ben pek çok meslekte çalışırım. Yeri geldiğinde
hizmetçiyim, cam siler, bulaşık yıkarım. Halı, duvar hepsi benim işim. Sonra
aşçılık yaparım. Kimse benden daha iyi gözleme yapamaz: çünkü sevgimi katarım
içine. Muhasebecilik yaparım, evin geliri değilse de gideri benden sorulur.
Dadılık yaparım çocuklarıma. Düşüp dizleri kanadığında, popoları pişik
olduğunda ise hemşireleri olurum. Özel dersleri hep ben veririm. Oğluma kalem
tutmayı, yüze kadar saymayı ,renkleri ben öğrettim. Okulda çözemediği her
problem bizim için aşılması gereken bir engel oldu. Psikologluk da gelir
elimden. Akşam eve yorgun gelen eşimi, okulda kavga eden çocuğumu dinlerim,
bazen çözüm bulamam ama onlar yine de anlattıkları için kendilerini huzurlu
hissederler. Şef garsonluğuma ise diyecek yok. Evime gelen konukları en güzel
sofralarda ağırlarım. Tüm bu yaptıklarıma rağmen boş vakitlerimi
değerlendiremediğim için kendime çok kızarım. Diğer kitapları takip edemesem de
çocuk bakımı, psikolojisi ve yemek kitaplarını elimin altında bulundururum.
Amacım daha iyi bir ev kadını olabilmek. Üretmeden yaşamak bana göre değil.
Bazen oğluma bir kazak örerim, bazen sehpaya bir dantel. Diktiğim nevresimlerin
içinde sevdiklerimi yatarken görmek üretmenin en zevkli yanı benim için .Hele
"Rabbim tüm inananları korusun" diye dua edip iki satır Kur'an-ı
Kerim okudum mu değmeyin keyfime. İşte, benim meslek hanem boş olmasına rağmen
bu işlerin tümünü para almadan, izin kullanmadan hep yaparım. Makineleri
yardımıma çağırsam da ben olmadan tek başına eşimin gömleğini yıkayıp,
ütüleyip, düğmesini dikip veremez.
Ak saçlı, ak dolaklı ninem hep söylerdi , kadınlık kolay oldu samanlık seyran
oldu diye. Hayır canım ninem. Bir yuva kurmak, çekip çevirmek belki daha kolay
olmuş olabilir ama yine de omuzlarımdaki bu kutsal yük daima var olacak ve ben
meslek hanem boş bırakılsa da yuvam için çalışmaya devam edeceğim...
GÖNDEREN : Şükran ARIÖZ
YILMAZ
ÖZLEM
Yine bir bayram geliyor. Sensiz geçen onlarca
bayramlardan bir daha bayramlar kaç defa geldi geçti bilmiyorum. Tam 28 senedir
ama sen gelmedin, gelmeyeceksinde. Bunu içime sindiremiyorum, dönmeni
istiyorum. Seni istiyorum, sana sarılmak seni doyasıya öpebilmek seni içimin
alacağı kadar koklamak istiyorum babacığım. Babacığım ben 35 yaşındayım ama
seni senin sevgini istiyorum. Yaşım kaç olursa olsun, ister 50 ister 100. Baba
- ana her yaşta isteniyor. Herkes bayramda giyinip kuşanıp çocuklarını yanına
alıp gezerken benim burnumun direği sızlıyor biz bunu seninle yapamadık babam,
sevgini tadamadık, babalı büyüyemedik. 4 kardeşimin yüreği yaralı sen gittin
bizi bıraktın bizi yalnız bıraktın kimsesiz bıraktın babam çok erken gittin.
Bizim evliliğimizi torunlarını göremedin ama yine gözün arkada kalmasın. Bizim
yanımızda öyle bir ana bıraktın ki o bizim başımızın tacı. Bizi babamız yoksa
da hiç bir şeyden mahrum etmedi. Bizi büyüttü okuttu belli bir yerlere getirdi
biz kardeşlerde birbirimize kenetlendik ev bark çocuk sahibi olduk hepimiz iyi
yerlerdeniz. Rahatız çok şükür bir sen yoksun babam ciğerim babam seni çok
özlüyorum çok özlüyorum. Allah kimseyi anasız babasız bırakmasın.
Tüm Kırşehir Karacaörenlilerin bayramını
kutlarım.
GÖNDEREN:
Balağın Kara'nın Kızı Dönüş
HASRETİM
Hep oraları özledim gardaş
Küçücükken ayrıldığım köyümü özledim
Baba ocağımı özledim toprağımı özledim gardaş
Yaylasını dağını bağlarını
Baş bağladımız günleri de özledim gardaş
Tezek toplamaya giderdik ya hani
Anamın koyduğu pendir dürümünü özledim gardaş
Koyunların sürüsünü ahırın kokusunu
Temek kesen bacıların çağırdığı
Türküleri bile özledim gardaş
Çocukken çağla badem yolduğum
Günleri bile özledim
İnan son sürat koşarken düşüp
Çektiğim acıyı bile özledim gardaş
Çok yaramazdık hani çok haşereydik
İşlemediğimiz suçlar bile bizi bulurdu gardaş
Bikeresinde hamit emminin armudunu yolmuşlar
Eşgalini beni vermişler gardaş
Hamit emmi durak yerinde
Dört dolandırdı beni
Keşke oyaşta olsakta yine kovalasa beni hamit emmi
Bunları bile özledim gardaş
İzne köye geleceğim zaman
Bir heyecan kaplar içimi uyuyamam
Dört yoldan köye döndüğümde yüzümü
İçim titrer tüylerim diken diken olur gardaş
Açarım göz pınarlarımın çeşmesini
İçime akar hasretim özlemim gardaş
Ana vatanımsın baba yurdumsun diye
Başlarım yavaş yavaş
Bir teselli dokunur omzuma sımsıcak
Dökülür göz yaşlarım saklayamam
Akar akar akar sel olur gardaş
Sel olur gardaş sel olur
SALİH ARIÖZ
İzmirden sevgiler selamlar
PAKİZEM
Hatıramsın sen benim, dayımdan kalan.
Ailemizde en çok değeri, sensin taşıyan.
Senin kaşlarına, o güzel gözlerine kurban olurum.
Sana kem gözle bakanın önüne dururum.
Lafımla ezerim, ellimle büzerim.
Her nerde olursam olayım, gelir onu kese kağıdı gibi, bozarım.
Haaaa sende bil ki bundan sonra, arkanda gölge gibi gezerim.
Emanetsin sen dayımdan bana, sana birsey söyleyene ve üzene, koymam yanına.
Kız olduğuma bakma, judo hocasıyım, dağıtırım vallaha.
Sayısız erkeğe bedelim, çoban gibi seni güderim.
Sonuçta dede mesleği, bunu beceririm.
Hiç darılıp gücenme bana, bu yazdıklarım kıskandığımdan sana.
Nasıl racon kestim ama, iste buda kapak olsun bütün okuyanlara.
Canim su yüreklim, ben deniz tas bileklin.
GÖNDEREN:
Ablan Suzan Sıla Öztürk
Almanya / Stuttgart
DUALARIM KABUL OLDU
Her gece dua ederdim senin için.
Sadece ama sadece, Allaha emanetimdin.
İste o gecelerde, ay ile dertleşip, yıldızlar ile ağlardım.
Bu gece ise, ürperten karanlığa rağmen, hic bir korku yok yüreğimde.
Sen iyisin ya, o ufak tefek düsen gözyaşlarından istisna.
Sessini duydum ya, isyan etmem bundan sonra.
Kadere inat, mutlu olmak istiyorum simdi.
Biliyorum dayım görüyordur, his ediyordur su an bizi.
Seni cok seviyorum birtanem, hasretim, özlemim, gurbetim, hatıram, garibim,
bebeğim.
Bir daha birbirimizi hiç kaybetmeyelim.
Bundan sonra ne olursun birbirimize kenetlenelim.
Dayımdan bize kalan tek hatıramızsın sen ciğerim.
Seni hiç incitip de üzer miyim?
Yoksa kanadı kirik bir güvercin gibi, ömrüm boyunca ellimde taşır mıyım?
EĞİTİMİN ÖNEMİ
Saygı değer hemşerilerim,
Sizlerin ne kadar yüce bir halk olduğunuzu ve değerlerimizin ne kadar
yüce olduğunu 41. yıllık gurbet hayatımda daha iyi anladım. Kasaba halkımızın
okul yazar seviyesi çok yüksek. Burada, benim tanıdığım insanların yüzde
atmışının, siyasal, sosyal ve kültürel bakımından yapmış oldukları sohbetler
beni tatmin etmedi. Bundan bir bucuk asır önce ünlü halk ozanı Karacaoğlan,
okumanın ne kadar değerli olduğunu bir dörtlük şiirinde söyle beyan ediyor:
Ehlidir hüsnünü muhalif etme,
Mektebi irfandan bir kadem gitme,
Sana dört sözüm var sakin unutma,
Biri öğren, biri öğret, biri oku, bir yaz.
Saygı değer hemşerilerim,
Karacaoğlan’dan misal verdim. Birde Kırşehir’imizin yetiştirmiş olduğu,
güzide bir sairimiz Aşık Said´den bir misal vereceğim. Merhum Aşık Said 1835
yıllında Kırşehir’in Toklumen Köyünde doğup, ve 1910 yılında yine Toklumen
Köyünde vefat etmiştir. Merhum Asık Said, Kayseri’de dört sene yüksek
mekteplerde eğitim alan ve almış olduğu eğitimin kendine vermiş olduğu kültürel
değerlerini 1870 yıllarında Kızılırmak şiirinde belirtmiştir. 1950 yıllarında
Türkiye’nin ilk büyük barajı olan, Hirfanlı Barajı’nın Kızılırmak havuzuna
kurulacağını, 75 yıl önce görerek, su şiiriyle belirtiyor:
Ders Said çok coşma, burulun bir gün,
Akıbet ah çeken, yorulun bir gün,
Bağlarlar bendini, durulun bir gün,
Yeter
kuruyası, el Kızılırmak.
Demek ki, Aşık Said 75 yıl önce, Kızılırmak’ın Baraj olacağını bilmesini, almış
olduğu eğitime borçludur.
Saygı değer hemşerilerim,
Yine Kırşehir’in yetiştirdiği Aşık Hüseyin, 1815 ve 1820 yıllar arasında
doğduğu tahmin edilen, ve 1901 yıllında öldüğü söylenen, bir Türkmen çocuğudur.
Aşık Hüseyin, bir dörtlük şiirinde, bizim köyümüzün bir Türkmen köyü olduğunu
belirtiyor:
Coşar Kızılırmak, kan akar suyu,
Deve ihdiranda Herikli Köyü,
Yabanlı Fakulu Çagırkan soyu,
Savcılı Karacaören Türkmen değil mi.
Ben de acizane bir hemşeriniz olarak, okumayı yazmayı öğrenmeyi, bilim ve
ilimi çok seven bir kişiyim. Müsaade ederseniz, Yazmıi olduğum bir şiirle
yazıma son vereceğim:
Mücid Yasar doğru söyle, eğri büğrü sözünü,
Yalpa vurup iki büklüm olmadan,
İyi eğit, iyi besle, av alacak tazını,
Meydanlarda
rezil rüsfah olmadan.
İyi beslenmeyen, iyi eğitilmeyen bir tazının, tavşanı yakalaması mümkün
değil. İnanıyorum ki sözlerimden bir anlam çıkartmışınızdır.
Bütün Karacaörenli hemşerilerimi, birlik ve beraberliğe davet ediyorum ve
devamını sağlamasını arzu ediyorum.
GÖNDEREN:Yaşar DERİNYOL
Frankfurt ALMANYA